Bilimlerin Duygusal Tarihi
ISBN: 978-975-08-3726-5
Tekrar Baskı: 2. Baskı / 08.2016
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 12.2006
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 299 |
Boyut | : 17 x 23 cm |
Tekrar Baskı | : 2. Baskı / 08.2016 |
“Bilimlerin Duygusal Tarihi”
Daha önce Arşimed’in Hamamı, Bir Bilim Söylenceleri Kitapçığı ile tanıdığımız fizikçi yazar Nicolas Witkowski, bu kez okuyucuyu genellikle “sıkıcı” olarak kabul edilen geleneksel bilim tarihi anlatmak yerine son derece keyifli bir yolculuğa davet ediyor. Bilimlerin Duygusal Tarihi’nde okuyucu, “…kurbağaların karnını yaran ve büyücülerin cinsiyetlerini araştıran bir cerrahla, havai fişekli uçurtmalar yapan bir Newton’la, bir düzine salyangozun kafasını kesen bir Voltaire’le ve atomun çekirdeğini büyülü bir formülle aydınlatan İsviçreli bir ilkokul öğretmeniyle” karşılaşacak; “Leonardo da Vinci’nin en sıradan düşüncelerinden romantik bilim adamlarının en verimli sezgilerine dek bilimsel düşüncenin taslaklarını izleyecek ve edebi, gizemli ve büyülü köklere uzanan baş döndürücü derinlikleri” ölçecek.
Taouni etkisi
Amerikan yerlisi bir rehber ve bitkibilimci bir dostum olan Manuel’le Ekvator’da bir orman parçasını katettiğimde hiç kuşkusuz başka bir yaşamda dolaşıyor gibiydim. Sabahın ilk saatlerinde yola koyulduk, nemli ateşlerin dumanında budama kılıçlarıyla dalları kestik, çamurlu patikalarda (küçük adımlarda yürümeyi öğrendiğimiz) tehlikeli bir biçimde kaydık, düşmüş dal parçalarının yumuşak içinden çıkan küçük yılanlar, yaklaştığımızı duyunca çevrenin görünümünü alan dişi geyikler, uluyan maymunlar ve sonunda şişe geçirilen tuhaf sessiz kuşlarla karşılaştık. Saçılmış payetlerle, kırmızı karıncaların kapadığı tepe çizgileriyle parıldayan Cennet bahçesinin ırmaklarından geçtik. Ve inselberg’lerin (şeker ekmeği), zamanın dışında, bitki okyanusunun üstünden gri granit biçimindeki ezici görüntüsüyle karşılaştık.
Bitkibilimci dostum (bu kitabın kahramanlarından biri olan Aimé Bonpland gibi), eczacılıkta kullanabileceği sıvılar çıkarabileceği bitkiler arıyordu. Özellikle bir efsanevi bir ağaç: özsuyu şamanlığa kabul ediliş törenlerinde anahtar bir rol oynadığı düşünülen taouni –alanın yabancısı olmayanların Brosimum acutifolium diye bildiği– yolculuğun asıl nedeniydi. Ağrılı kas kasılmaları ve bir ateş duygusunun ardından gelen etkilerini, “şamanlığa kabul edilen kişinin, birisinin mutlaka jaguar, daha seyrek olmakla birlikte ötekisinin de devasa bir tırtıl olduğu çeşitli biçimler altında, genellikle sırtında hissettiği” aktarılmaktadır; “bu görüntüler varlıklarını soluklarıyla, belli belirsiz dokunuşlarıyla ya da jaguar söz konusu olduğunda kükremeyle dışa vurmaktadır.1” Saatlerce süren yorucu bir yürüyüş, bizi Manuel’in arzuladığı denli dolambaçlı yollardan geçirerek, üç metre yüksekliğe dek soyulmuş kabuğunun çoklukla eczacılıkta kullanımına tanıklık ettiği bir taouni ağacının dibine ulaştırdı. Yeri geldiğinde kendisi de bir şaman olan Manuel, bu ağacın özsuyunun içildiğinde “ok gibi düşünmeye başlanacağını” ya da “jaguar görmeye başlanacağını” öne sürüyordu. Bu vaatkâr bakış açılarıyla bilim adına kimi yeni algılama kapıları aralama beklentisi içinde, özsuyun çizilmiş kabuktan akmasını sabırla bekledim. Sıvının hamursu görünümü ve birkaç saniye içinde aldığı tuğla kırmızısı renk, heyecanımı yatıştırdı. Taouni’yi içmeyi alçakgönüllülükle geri çevirerek kabuk parçalarını bununla ıslatmakla ve bunları tütün gibi içmekle yetindim ve –neredeyse hemen ortaya çıkan– tek etkisi de oklar ve jaguarlardan yoksun derin bir uyku oldu. Ve hemen arkasından yapılan kimyasal analize gelince, o da en küçük bir jaguar üretici alkoloid ortaya koymadı.
Bundan sonra da gezilerimin niteliği değişti. Ekvator’a dalışın yerini, Tolbiac metrosunda, içinde bir tapirin geçişinin boş yere beklendiği simgesel ve kablolu bir ormanın yanı başında, Bibliothèque nationale’in* ısıtmalı akvaryumuna dalış izledi. Oldukça kaygan olan bu yere ulaşmak, Amazon’da öğrenilmiş küçük adımlarla yürüyüşü içermektedir ve kitaptan kitaba bir kesinlikten uzak bir biçimde, katalogların ve rafların keyfine göre dümen kırmak, zaman zaman iki kota yanılgısı ve suya indirilen üç maçete darbesi arasında, tuhaf bir biçimde bir inselbergin ya da jaguar ağacının sürprizlerini andıran sürprizler barındırır. Burada keşfetmeye çalıştığım bilimler tarihinin, tropikal ormanla ortak yanı içlerine pek az girilip çıkılmış olması ama trafik işaretli otoyollarca –turistlerin pek az saptıkları Amazonları aşan tepecikler– katedilmiş olmasıdır. Onlara göre, manzara, heykelleri yapılmış bilgi kahramanlarının yüzünde, Rushmore dağında inselbergler kayası içindeki Amerikan cumhurbaşkanları gibi hep aynı kalan birkaç bakış açısıyla özetlenebilir. Perspektif rahattır ve bilimin ne olduğunu öğrenme saplantısına kapılanları, iki sözcükle, çaba göstermekten kurtarır, ama benim de bir keşif yoldaşıyla kataloğunu oluşturduğum, basite kaçan ve tam anlamıyla söylencesel kavramlar üretir.2 Renkli taşbaskı ve kartpostallarla yetinmeyenler için geriye keşfetmenin kaynakları kalıyor. Bu patika yolunu değil de şunu seçmeye, şu yükseltiyi izlemeye ya da şu akarsu yatağını izlemeye iten bedenin ve ruhun dayanıksız sezgisine güvenerek önceden tanımlanmış bir amacı olmayan bir duygusal gidişin hem aktörü hem de oyuncağı oluruz. Bazen yolda bitkilerin altında kalmış daha alçakgönüllü heykellere takılırız ve zorlu bir tırmanışın sonunda, ünlü anıt heykellere o ana değin kimsenin bilmediği bir bakış açısından bakmaktan sevinç duyarız – Roger Thornhill ve Eve Kendall’in La Mort aux trousses’da yaptıkları gibi kendini tehlikeli bir biçimde asılı bulmak pahasına.
Bilimler tarihine bu yolculuklardan getirilen özsuyun tedavi edici herhangi bir etkisi olabilir mi? İçinde bilinmeyenler denli yanlış bilinenlerin de bulunduğu bu yapıtın tasarımı buna katkıda bulunabilir. Bir işe yaramaz olarak nitelendirildikleri için unutulan romantizm, metafizik ya da saf ve yalın tutku –bilimsel erdemleri yönlendirmede en zor olan– taraflarında dolaşmakla suçlanan birinci türden bilim adamları, tırmanışta olan, salt düşünsel bir tembellik nedeniyle bilimler tarihini doğrunun tarihi olacağına inandırmaya yönlendiren pozitivizmin yıkıcı etkilerine karşı panzehir olarak gerçek bir etkinliğe sahip olmuşlardır. Heykellerinin dikilmesi kesinlikle bir rastlantı olmayan ikinciler de iç söktürücü olmaları bakımından dikkat çeker: Her ne denli bu “bilimlerin ilerlemesinin kahramanları”nın tarihinin hazmı zor olsa da, şu insanların gözünü açıcı küçük açıklamalar hazma yardımcı olabilir. Ne olursa olsun, taouni etkisi kendini hissettirme sakıncasını taşır. Uyku verici görünümünden çok, sanrı uyandırıcı biçimi altında –devasa tırtılların ve jaguarların yokluğu kurbağa ve sümüklüböcekler, vahşiler ve balonlar, kiliseler, mumyalar ve göktaşlarıyla dengelendiğinden–, ve daha çok da doğasını hiçbir bilimsel yöntemin eline vermeyen bir maddenin kökten tuhaflığı olarak hisettirir kendini.
Peki neden, uzmanlık yapıtlarında ölü eşeği tartan ve okul kitaplarına ölümcül dozda uyuşturucu şırınga eden bilimlerin bildik tarihi bu denli sıkıcı? Bunun nedeni belki de bu tarihin tümüyle bir yalınlaştırmadan kaynaklanmasında: ya yalnızca bilim değil de her şey anlatılır, ya da her zaman son derece beceriksizce, araştırmaya adanmış bir yaşamdan geride kalan her şeyi, bir başka deyişle bunu anlaşılır kılan her şeyi eleyerek (ya da ikincil gibi yorumlanıp atarak) gerçek anlamda bilimsel olanı çıkarmaya girişilir. Burada anlatılan feeling* tarihin amacı, bilimler tarihi ile bu tarihin bir parçası olmayan arasındaki sınırları olabildiğince karıştırarak geçmişin araştırmacılarına kusursuzluklarını ve karmaşıklıklarını biraz geri vermeye dayanır. Durum böyle olunca yeni bağlar kurulur, duyulmamış yankılar ses verir, neredeyse çağdaş şu ya da bu birey XVII. yüzyıl ya da Rönesans düşünce biçimleriyle yakın bağlar sunar; Aydınlanma döneminde katı bir biçimde tartışılan şu ya da bu düşünce yeni bir güç kazanıverir ve saygın bir geçmişi olan şu ya da bu metine şaşırtıcı sezgilerle kaçamak açıklamalar getirilir.
Bu sanatsal bulanıklık, bilimler tarihini Aklın ve nesnelliğin zaferinin tarihi gibi görenlerce pek de hoş karşılanmayacaktır. Yukarıda sözü edilen otoyollarda düzenlenen yolculuklarda haber vermeden ortadan kaybolmayı hedefleyen amatörler ve meraklılar, belki de küçük adımlarla, sarmaşıklardan yapılmış eğreti köprülerin birbirlerine bağladığı kaygan yolları izlemekte yarar göreceklerdir. Kaynaktan sağlanmış metin ve görüntülerle açıklanan otuz kadar bölüm boyunca kör bir sinema öncüsüyle, siyasal bakımdan uygun olmayan Naturphilosophen’le, ısmarlama bir Denis Papen’le, hesap konusunda derin bilgili bir Maupertuis’le, kurbağaların karnını yaran ve büyücülerin cinsiyetlerini araştıran bir cerrahla, havai fişekli uçurtmalar yapan bir Newton’la, bir düzine salyangozun kafasını kesen bir Voltaire’le ve atomun çekirdeğini büyülü bir formülle aydınlatan İsviçreli bir ilkokul öğretmeniyle karşılaşacaklar. Leonardo da Vinci’nin en sıradan düşüncelerinden romantik bilim adamlarının en verimli sezgilerine dek bilimsel düşüncenin taslaklarını izleyecekler ve edebi, gizemli ve büyülü köklere uzanan baş döndürücü derinlikleri ölçecekler.