Merakımızı Sürdürmek Üzerine
ISSN: 977-130-027-401-70
Sayı : 170 Dönem : Mayıs-Haziran 2019
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
“Sanat Dünyamız”ın Mayıs-Haziran 2019 sayısında Nil Yalter ile kapsamlı bir söyleşi, Süreyyya Evren’in yeni serisi “Deneyim Şapkaları”nın ilk yazısı, Okwui Enwezor üzerine küratör Çelenk Bafra’nın kaleme aldığı bir anma, İstanbul Ansiklopedisi’nin arşivi ve bugüne yansımaları, Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nda yer alacak İnci Eviner’in “Biz, Başka Yerde” eseri ve Venedik Bienalleri’ne Türkiye’nin dâhil oluşu hakkında bir araştırma ve daha birçok sanat konusu okurları bekliyor.
Nil Yalter ile söyleşi
Nil Yalter’in kişisel sergisi “Nil Yalter / Exile is a Hard Job” 2 Haziran 2019’a dek Köln’de, Almanya’nın önemli müzelerinden Museum Ludwig’de devam ediyor. Sanatçının 1967’den bugüne 45 eserini bir araya getiren sergi, bir duvar çalışması serisiyle müze mekânı dışına da taşıyor. Mine Haydaroğlu, Köln’de sergiyi ziyaret etti ve Nil Yalter’le yaşamı, sanata bakışı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.
İstasyonda bir ansiklopedi
SALT Beyoğlu’nun giriş mekânı Forum’da bulunan “İstasyon: İstanbul Ansiklopedisi” 16 Haziran’a dek, tarihçi ve romancı Reşad Ekrem Koçu’nun (1905-1975) meşhur ansiklopedisine yönelik araştırmalarını incelemeye açıyor. İstanbul’a dair en özgün çalışmalardan biri olan bu ansiklopedinin en az içeriği kadar ilginç hikâyesini, arşivin günümüz için önemini sanat tarihçi Ali Kayaalp değerlendirdi.
Gözde İlkin’in “Örgütlü İkamet”i
İstanbul Bienali Direktörü Bige Örer, sanatçı Gözde İlkin’in 14 Mart – 27 Nisan 2019 arasında Paris’te Galerie Paris-Beijing’de gerçekleştirilen “Örgütlü İkamet” isimli sergisini ele aldı.
İnci Eviner’in eseri Venedik’te
İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) koordinasyonunu üstlendiği 11 Mayıs- 24 Kasım arasında gerçekleşecek Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nda bu yıl, sanatçı İnci Eviner, desen, obje, video, ses ve performans gibi farklı öğeleri bir araya getirdiği Biz, Başka Yerde adlı yapıtıyla yer alacak. Sergiden önce atölyesini ziyaret ederek, eserin hazırlık sürecine dair hazırlanan bir yazı dergide yer alıyor. Yazıya Eviner’in hazırlık sürecinde yaptığı desenleri, videolardan görüntülerle birlikte eserin ses yerleştirmesinden bir örneğin dinlenebileceği QR kod da eşlik ediyor.
Türkiye Venedik Bienali’ne nasıl dâhil oldu?
Türkiye uzun yıllardır, Türkiye Pavyonu’ndaki eserler ve ana sergiye dâhil olan sanatçılarının eserleriyle Venedik Bienali’nde varlık gösteriyor. Peki, Türkiye’den Venedik Bienali’ne ilk katılım nasıl oldu? Bu soruya yanıt arayan bir araştırma yazısı “Sanat Dünyamız”ın Mayıs-Haziran sayısında yer alıyor. Doktora çalışmasını Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat Tasarım Fakültesi’nde tamamlayan sanat tarihçi Aynur Gürlemez Arı, Türkiye’nin Venedik Bienali’ne dâhil oluşunun yarım asrı aşan hikâyesini, Venedik Bienali Tarihi Arşivleri’ndeki belgelerle inceledi.
Murat Morova’nın evrenine yolculuk
Uras Kızıl, “Cosmic Latte” sergisinden yola çıkarak Murat Morova’nın hayal, gerçek, hakikat arasında gezinen dünyasına bakıyor.
Olimpos’un ilk sergisi
Sanatçı Taner Ceylan, uzun süredir fikir paylaştığı, dostluk kurduğu sanatçılarla bir kitap, bir de sergi hazırlayarak izleyici karşısına çıktı. Ceylan’ın küratörlüğünü üstlendiği portre konulu sergi, Sadık Paşa Konağı’nda izleyiciyle buluştu. Bu özel sergiyi ve Antalya’ya uzanan öyküsünü inceleyen bir yazı bu ay dergide.
“Onlar Benim Dostlarım”
Giza Hayvanat Bahçesi’nden bakıcılar ve hayvanlar arasında geçen dostluk hikâyeleri, post kolonyal döneme ve canlılar üzerine tahakkümlerimizi yeniden düşünmeye zemin hazırlıyor. Sanatçı Huo Rf, Depo İstanbul’da gerçekleşen “Onlar Benim Dostlarım” sergisi üzerine yazdı.
Okwui Enwezor’a veda
15 Mart 2019’da küratörlük mesleğine olan katkılarıyla öncü olan yazar, düşünür, eleştirmen, eğitimci, küratör Okwui Enwezor yaşamını yitirdi. Küratör Çelenk Bafra onun sanat hayatımıza nasıl katkıda bulunduğunu kaleme aldı.
“Bellek/Emek”in konuğu Doğan Kuban
Türkiye’de sanata, kültüre emeği geçmiş önemli buluşmalardan oluşan “Bellek/Emek” dizisinde mimarlık tarihçisi Prof. Dr. Doğan Kuban, sanat tarihçi Nazlı Pektaş’ın bu sayıdaki konuğu oldu.
Konuşulmayanı dillendirmek inadı: Gizem Karakaş
Kültigin Kağan Akbulut, ilk dönem işlerinde sanat çevresini ve sanatçıları mizahî bir üslupla ele alan, son sergisi “Masum Değiliz”le izlediğimiz sanatçı Gizem Karakaş’ın sanatını inceledi.
“Deneyim Şapkaları” başladı
Sanat sergisi deneyiminin, yapıtlar arasında, izleyici, ziyaretçi, sanatsever olarak gezinmenin bizi çıkardığı seyahati, ilişkilendiği düşünceleri, Süreyyya Evren “Deneyim Şapkaları” adlı seride ele alacak. Bu sayıda bu serinin ilk yazısını kaleme aldı.
Dağ başında bir sanat kütüphanesi
Yapı Kredi Araştırma Kütüphanecisi Yücel Manyas Türkiye’de sanat kütüphaneleri hakkında hazırladığı seride Bayburt’ta yer alan Baksı Müzesi Kütüphanesi’ni, müzenin kurucusu, sanatçı Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’dan dinledi.
Sanat Dünyamız’a buradan abone olabilirsiniz.
EDİTÖRDEN
Merakımızı Sürdürmek Üzerine - Fisun Yalçınkaya
SON 45 YILDIR, SANATÇILARIN ZİHNİNDEN GEÇENLERLE İZLEYİCİLER ARASINDA, YAZILAR, YAPITLAR, DENEMELER VE SÖYLEŞİLER ARACILIĞIYLA BİR İLİŞKİ, DÖNÜŞÜM KURAN BİR DERGİ VAR ELİMİZDE. BUNUN 18 YILINI SEBATLI EMEKLERİYLE ŞEKİLLENDİREN SEVGİLİ MİNE HAYDAROĞLU, MART- NİSAN SAYISINDA YER VERDİĞİ EDİTÖR YAZISINDA SANATIN KURDUĞU ÇEVRE İÇİN “ZİHNİMİZİ AÇAN, MERAKIMIZI SÜREKLİ BESLEYENLERLE BİR ARADA OLMAK KEYİFLE ÇALIŞMAYI, VERİMLİ OLMAYI, DÜNYAYA BAĞLILIĞI TEŞVİK EDEN BİR ORTAM YARATIYOR” DİYORDU.
ŞÜPHE YOK Kİ BU ORTAMDA, SANAT YAZIMINA BÜYÜK KATKI SAĞLAYAN VE SANATÇILARIN SESLERİNİ DUYURACAKLARI, SANATA ETKİSİ BULUNAN AKTÖRLERİN DE KENDİLERİNİ İFADE EDEBİLECEKLERİ BİR AÇIK ALAN YARATTI SANAT DÜNYAMIZ. BU NOKTADAN, SANATIN GEÇİRDİĞİ DEĞİŞİMLERİ, ONUN ALAN AÇTIĞI YENİLİKLERİ, DENEMELERİ DAVET EDEREK, TÜM SESLERİ ÇAĞIRARAK VARLIĞINI SÜRDÜRECEK. SANAT ÜZERİNE DÜŞÜNME FIRSATLARINI ÇOĞALTMAYA, DÖNÜŞTÜRMEYE DEVAM EDECEK. BİR ARADA OLMANIN GETİRDİĞİ GÜZELLİKLERLE…
BU SAYIDA DERGİDE YER ALAN YAZILAR ARASINDA NİL YALTER’İN KÖLN’DEKİ SERGİSİ ÜZERİNE KAPSAMLI BİR SÖYLEŞİYİ, ÇELENK BAFRA’NIN MART AYINDA YİTİRDİĞİMİZ KÜRATÖR OKWUI ENWEZOR ÜZERİNE BİR ANMA YAZISINI, İNCİ EVİNER’İN VENEDİK BİENALİ 58. ULUSLARARASI SANAT SERGİSİ KAPSAMINDA TÜRKİYE PAVYONU’NDA SERGİLENECEK BİZ, BAŞKA YERDE ESERİ ÜZERİNE BİR YAZIYI, “BELLEK/EMEK” DİZİSİNDE MİMARLIK TARİHÇİSİ DOĞAN KUBAN’IN YAŞAMA VE MİMARİYE BAKIŞINI OKUYABİLECEKSİNİZ. AYRICA SÜREYYYA EVREN’İN DENEYİM ŞAPKALARI ADIYLA BAŞLADIĞI YENİ SERİSİNDE SERGİ GEZME SÜREÇLERİNE DAİR DEĞERLENDİRMESİNİ DE GÖREBİLECEKSİNİZ.
BU SATIRLARI SONLANDIRIRKEN, İLK GENÇLİĞİNDEN BU YANA OKURU OLDUĞU SANAT DÜNYAMIZ’A EDİTÖR SIFATIYLA KATILMIŞ BİRİNİN HEYECANININ, HEVES VE SEVGİSİNİN DE SİZLER TARAFINDAN HİSSEDİLECEĞİNİ UMUYORUM.
Nil Yalter ile söyleşi - Mine Haydaroğlu
“NİL YALTER / EXILE IS A HARD JOB” BAŞLIKLI SERGİ (8 MART-2 HAZİRAN 2019) KÖLN’DE, ALMANYA’NIN ÖNEMLİ MÜZELERİNDEN MUSEUM LUDWIG’DE AÇILDI. SANATÇININ 1967’DEN BUGÜNE 45 ESERİNİ BİR ARAYA GETİREN SERGİ, BİR DUVAR ÇALIŞMASI SERİSİYLE MÜZE MEKÂNI DIŞINDA DA YER ALIYOR. MÜZE DİREKTÖRÜ YILMAZ DZIEWIOR’UN VE YARDIMCISI/KÜRATÖR RITA KERSTING’İN SERGİ KİTABINDA VE ETKİNLİKLERİNDE BELİRTTİKLERİ GİBİ, TEKNOLOJİ İÇEREN VE ARAŞTIRMAYA DAYALI TOPLUMSAL SANATIN DÜNYADA ÖNCÜ BİR İSMİ SANATÇI NİL YALTER.
Mine Haydaroğlu: Sizle odağında sanatınız olan serbest çağrışımlı bir söyleşi yapalım izninizle. İlk aklıma gelen kelime: Mesele. Sizin meseleniz, sanatın meselesi, sizin için önemli meseleler nelerdir? Şu anda çok can yakan meseleler var dünyada: Kimlik, aidiyet, toplumsal cinsiyet, mültecilik, göçebelik gibi... Siz bu konuları on yıllardır ele alıyorsunuz. 1960’lardan bugüne, mesele deyince, aklınızdakiler, hissettikleriniz değişti mi? Bir karşılaştırma yapabilir misiniz veya sizce algıda bir değişiklik oldu mu?
Nil Yalter: Mesele dediniz; problem?’den çok daha derin bir kelime. Batılı kafasında problem bir sorundur. Mesele ise çok daha geniş, filozofik bir kavram. Siz bu açıdan soruyorsunuz.
Mesele içinden açılan meseleler var. Tek tek ele alalım. Göç, göçebelik. Araştırırken baktım ki Bektik göçebeleri var. Bir etnolog arkadaşım sayesinde onları Anadolu’da, Niğde civarında buldum, iki gün o kadınlarla yaşadım. Topak evleri bu kadınlar kuruyorlar. Orta Asya’da da aynı şekilde, bu evler onların çeyizleri. Genç kızlıktan itibaren kurmaya başlıyorlar. Kendi evleri. Evlendiklerinde de evleri. Ama aynı zamanda hapishaneleri. Çünkü dışardaki hayat onlara açık değil. Bu kadınları dinledim. Hepsinin kocası, bir abisi, bir kardeşi veya babası İstanbul’a, Ankara’ya göç etmiş, orada gecekonduda yaşıyor. Gecekondu da aslında bir gecede kurulan bir çadır. Ardından baktım ki bu insanların bir kısmı gecekondudan ya da çadırdan doğrudan Almanya’ya gitmiş, yerleşmiş ve göçebe işçi olmuş. Ekonomik nedenle çağrılan işçi, yabancı işçi olmuş. İşte bu mesele içinden açılan mesele... Çadır meselesiyle ilgilendikten sonra organik bir şekilde bu göç hikâyesiyle ilgilenmeye başladım. Bir meseleden öbürüne çok organik bir biçimde geçtim. Mesela bu çadırlar göçebe işçi, yabancı işçi sorunu. Avrupa 1950’lerden itibaren yabancı işçileri çağırdı. İkinci Dünya Savaşı’ndan, hatta Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra başladı, önce Polonyalılar, arkasından İtalyanlar, İspanyollar çağrıldı. Sonra sıra Kuzey Afrika’ya ve bilhassa Türklere geldi. Tabii böyle bir meselenin içine tek başına girilmiyor. Ne lazımdı? Kimsenin kapısını vurup da ben sizle röportaj yapmaya, fotoğrafınızı çekmeye geldim demek söz konusu değildi. 1970’li yıllarda bile söz konusu değildi, şimdi zaten imkânsız artık. Ben de ne yaptım: Sosyal yardımcılarla çalışmaya başladım. Daha çok Paris ve civarında çalıştım. Mesela çok önemli bir arkadaşımız sosyolog Gaye Petek’le; yabancı işçilere yardım eden Elele grubuyla... Yabancı işçilere yardım edenler çoğunlukla Türk talebelerdi. Üniversiteye girmiş, üniversiteyi bitirmiş kişilerdi. Ne açıdan yardım ediyorlardı: İşçiler dil bilmiyorlar, tercümanlık gerekiyor... Doktora gidecekler, kadınlar doktor görmek istemiyor... Bu durumlarda onlara yardım ediyorlardı. Devlet veya şehir organizasyonlarının yanı sıra bir organizasyondu. Onlarla beraber çalışmaya başladım, çünkü başka türlü olmazdı, görüşülecek kişileri onlar seçtiler. Şu aileye, bu ailelere gidelim, diye onlar söylediler. Özellikle daha evleri daha geniş olan ailelere gidiyorduk çünkü o ailenin evine diğer aileler de geliyorlardı. Paris dışındaki banliyölerde çalışmaya başladık. Meseleden meseleye böyle geçtik.
Devamı bu sayıda...
Minör tarihlerin nefesi, zaferlerin sıradışı dizimi - Ali Kayaalp
Bir aradalığın ihtimalleri üzerine - Bige Örer
Başka yerin acil varlıkları - Fisun Yalçınkaya
İSTANBUL KÜLTÜR SANAT VAKFI’NIN (İKSV) KOORDİNASYONUNU ÜSTLENDİĞİ VENEDİK BİENALİ TÜRKİYE PAVYONU’NDA BU YIL SANATÇI İNCİ EVİNER, DESEN, OBJE, VİDEO, SES VE PERFORMANS GİBİ FARKLI ÖĞELERİ BİR ARAYA GETİREN BİZ, BAŞKA YERDE ADLI YAPITIYLA YER ALACAK. ESERİN HAZIRLIK SÜRECİNE DAİR BİR YAZIYI FİSUN YALÇINKAYA KALEME ALDI.
“Her ne kadar kendimiz desek de, gerçeği söylemek gerekirse bizim iyimserliğimiz takdire şayandır. Mücadelemizin hikâyesi sonunda bilinir oldu. Evimizi kaybettik, yani günlük yaşamın aşinalığını. İşimizi kaybettik, yani bu dünyada bir işe yaradığımıza dair inancı. Dilimizi kaybettik, yani tepkilerin doğallığını, jestlerin basitliğini, duyguların serbestçe dışavurumunu.”
Hannah Arendt, "Biz Mülteciler", 1943
Desenler
İnci Eviner’in sanatına, yarattığı dünyaya, adım atabilmek için onun desenlerine bakmak iyi bir yol. Bu desenler, bir akış halinde, biri diğerinin önüne geçmeden koşarlar, kimi zaman birbirlerini kovalayarak ilerlerler, kimi zaman yan yana, alt alta üst üste dururlar, hareket ederler, şaşırtırlar ve herhangi bir türe sığdırmanın çok zor olduğu bir etki bırakırlar.
Bazen bir kenardan aşağıya sarkmış figürlere, başınızı kaldırıp bakarsınız, dünyaya düşecek gibidirler.
Bazen akışkan bir yolda durmuşsunuzdur, gelip geçen bu desenler hareket halindedir, az sonra onlara katılacakmışsınız gibi gelir. Tek tek gibi görünürlerse eğer, buna kanmamak gerekir. Onlar hep birlikte olmaya mahkûm, bütünleşmiş bir varlık olarak İnci Eviner sanata başladığından beri, zihninden ellerine, ellerinden kâğıda akıyor. İzleyiciler içinse sanatçı onları göstermeye başladığı tarihten bu yana, farklı akışlarda anlatımlarını sürdürüyorlar.
Bahsettiğimiz etki, çok uzun zamandır insanlığın sanat olarak adlandırdığı etkinin bir parçası hem de kendi özgün varlığına sahip. Şimdi bu desenler Biz, Başka Yerde eserinde yeni bir yola açılacaklar. Venedik Bienali 58. Uluslararası Sanat Sergisi kapsamında Türkiye Pavyonu’nda2 sergilenecek Biz, Başka Yerde’de sanatçının kendi deyişiyle büyük bir habitus’un içinde desenleri, toplam 45 dakikalık 18 parçalı videolarını, sesleri, mimari müdahale ve düzenlenmelerine bir bütün halinde yer verecek.
Venedik yolculuklarından birinin hemen öncesinde sanatçının Hasköy’de bulunan atölyesini ziyaret ettiğimde bir kısmını görebildiğim desen parçaları, izleyici olarak önceki dönemlerde gördüğüm yapıtlarıyla hemen bir bağ kurabilmem için yakaladı beni. 2011 yılından bu yana Kadir Has Üniversitesi Tasarım Yüksek Lisans Programı’nda doçent olarak ders vermeye devam eden İnci Eviner, araştırma süreçlerinde sanatın yöntemlerine odaklanıyor ve ne yaptığına çok hâkim halde o araştırmaya kendini bırakıyor. Bu desenlerin o araştırma süreçlerinin de bir uzantısı olarak görülmesi de mümkün.
Devamı bu sayıda...
Türkiye Venedik Bienali’ne nasıl dahil oldu? - Aynur Gürlemez Arı
Murat Morova’nın evreni:
Cosmic Latte - Uras Kızıl
Suret ve suretin ötesi: Olimpos Sergileri I - Rana Kelleci
Zorunlu yakınlığın kapı aralığında - Huo Rf
Dünyanın düz olmadığını kanıtlayan küratör: Okwui Enwezor - Çelenk Bafra
KÜRATÖR ÇELENK BAFRA, MART AYINDA HAYATINI KAYBEDEN YAZAR, DÜŞÜNÜR, ELEŞTİRMEN, EĞİTİMCİ, KÜRATÖR OKWUI ENWEZOR’UN YAŞAMINI, SANATA BAKIŞIMIZA NASIL ETKİ ETTİĞİNİ KALEME ALDI.
Yazar, düşünür, şair, tarihçi, eğitimci, müze müdürü, sanat eleştirmeni gibi pek çok unvanla anabileceğimiz Okwui Enwezor, 15 Mart 2019 tarihinde henüz 55 yaşında aramızdan ayrıldığında çağımızın en tanınmış ve itibarlı küratörlerinden biri olarak tarihe geçti. Arkasından sayısız anma yazısı yayımlandı, sosyal medya ve sanat basını anı ve taziye mesajlarıyla kaplandı, sadece güncel sanattaki yerini değil sanatla uğraşan herkesin hayatına öyle ya da böyle dokunmuş olduğunu da gördük. Avrupalı olmayan ilk Documenta küratörü unvanıyla 2002 yılından beri Artforum’un Power100 güç listesinin gediklisiydi Enwezor. Sadece Venedik Bienali’ni yapan ilk Afrikalı olmasıyla değil, dünyada hem Documenta hem Venedik Bienali’ne imza atan tek küratör olmasıyla 17. sıraya kadar yükselmişti. Dünyanın bellibaşlı kurum ve yayınlarıyla tescilli iktidarı, bağlama odaklanan araştırmacı yanı ve azmiyle olduğu kadar herkesle görüşüp tartışabilen, işbirliğine ve farklı bakış açılarına alan açan mütevazılığıyla hatırlanacak, en azından bu satırların yazarı tarafından.
“Küratör ve sanat direktörleri kendilerini geçmiş modellere uygun olarak eser sahibi/müellif gibi görme eğiliminde. Fikir ve süreçlerin dallanıp çetrefilleşmesine izin vermeyen bu alışkanlığı kırmak adına Johannesburg’u farklı bir ‘forum’a çevirmeyi tercih ettik. Dünyanın çeşitli yerlerinden küratör davet etmeye karar verdim, aradığım tek koşul memleketinden ayrılmış olması, böylece geldiği bölgenin temayüllerinin ötesine geçebilmesiydi.”
Devamı bu sayıda...
Doğan Kuban: Duvarların, kapıların, kubbelerin sesini dinleyen bir mimarlık tarihçisi - Nazlı Pektaş - Doğan Kuban
Konuşulmayanı dillendirmek inadı: Gizem Karakaş - Kültigin Kağan Akbulut
Deneyim Şapkaları I: Kocaman bir desenli serginin öteki kanadı - Süreyyya Evren
SANAT SERGİSİ DENEYİMİNİN, YAPITLAR ARASINDA, İZLEYİCİ, ZİYARETÇİ, SANATSEVER OLARAK GEZİNMENİN BİZİ ÇIKARDIĞI SEYAHATİ, İLİŞKİLENDİĞİ DÜŞÜNCELERİ, SÜREYYYA EVREN “DENEYİM ŞAPKALARI” ADLI SERİDE ELE ALACAK. BU SAYIDA BU SERİNİN İLK YAZISINI KALEME ALDI.
Ziyaretçinin bir sanat sergisini, ve sergideki tek tek işleri, bırakınız art speak derecesinde bir sıvamanın, bir boş paketlemenin bulanıklığını, herhangi bir sanatsal teorik söylemin veya anlamlandırma hırsına sahip anlatı çerçevesinin aracılığı olmaksızın deneyimlemesi neden bir kendinde iyi şey kabul edilebilmekte bugün diye soracak olsak, deneyimin belirli bir sahicilikle ilişkilendirilerek kavrandığını görürüz muhtemelen hâlâ. Deneyimi bir teorinin işlevinden ibaret olarak görmek hiç yaygın olmadığı gibi mistiğe kayan bir esriklik ânına referanslar da bir de bakarız bazen yedekte tutulmaktadır. Sonuçta konu sanatsa açıklanamaz bir şeylere her zaman gereksinim duyulur. Fakat açıklanamazlık kalkanıyla neyi koruyoruz tam olarak?
Bu çerçevede iki mesele bir sergi deneyimi denince ne anladığımızı özellikle karmaşıklaştırıyor sanki: Birincisi haliyle deneyimin doğası, neliği, nasıl bir bilgi biçimine denk geldiği meselesi. Diğeri ise deneyimin zamanı ve yeri. Bir sergi deneyimi ne zaman, nerede gerçekleşiyor? Deneyimin zamanı nedir? Deneyim eserden önce mi sonra mı geliyor, yoksa sanat deneyimle eşzamanlı mı gerçekleşiyor? Sanata dair tüm ikincil metinler, tüm metaveri, yani sanatsal verilere dair enformasyon üreten tüm veriler, tüm videolar, fotoğraflar, yayınlar, kısaca bir anlamda tüm röprodüksiyonlar sanat deneyimine dahil mi? Boris Groys’un deyimiyle “kayıp aura’yı ikame eden” bu metaverinin deneyimlenmesi için nasıl bir sahicilik iddiasında bulunulabilir? Ve elbette söylemsel manipülasyon mümkünse deneyimin manipülasyonu neden mümkün olmasın?
Devamı bu sayıda...
Baksı Müzesi Kütüphanesi - Yücel Manyas-Hüsamettin Koçan