Kayıp Eserler Müzesi – Sanat Suçlarının Dorukları
ISBN: 978-975-08-1238-5
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 09.2007
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 192 |
Boyut | : 16.5 x 24 cm |
Kayıp Eserler Müzesi okurlara hiç varolmamış, en büyük galerinin kapılarını açıyor. Simon Houpt bu galerideki değerli eserlerin hikâyelerini ustalıkla anlatıyor; soygunlara karışan insanları araştırıyor. Güzel resimlerle ve nadir görülen fotoğraflarla dolu bu merak uyandırıcı kitap, aynı zamanda, kaybolan hazineleri bulmaya çalışan ustalara bir selam niteliğinde.
META OLARAK SANAT ESERİ
Sanat hırsızlığı, sanat piyasasının kalbini yavaş yavaş kemiren bir hastalık. Tıpkı, sadece sağlıklı evsahibi sayesinde canlı kalabilen bir parazit gibi bir salgın hastalık, çünkü son birkaç onyıldır sanat eserlerinin değerleri tavana vurdu.
Her şeyin değişmeye başladığı belli bir an var mıydı diye sorarsanız –evsahibinin, artık bir parça onuru olan hiçbir parazitin görmezden gelemeyeceği kadar çok büyüdüğü ve hareketlendiği bir an– 1950’lerin sonlarının Londra’sına dönmeniz gerekir. Uzun süren bir huzursuzluk ve savaş sonrası kıtlık döneminden sonra, büyüyen ekonomisiyle ve ticari kontrollerin kaldırılmasıyla kent yükselişe geçmişti; İngiltere ve diğer ülkeler arasında para akışı artık daha serbestti.
15 Ekim 1958’de akşamüstü geç saatlerde 1.400 davetli Londra’nın pek moda New Bond Sokağı’nda Sotheby’s müzayede salonunun merkezinde toplandı. O gece sadece yedi tablo açık arttırmaya çıkarılacaktı. Hepsi savaştan önce Nazilerden kaçıp gelen Berlinli bankacı Jakob Goldschmidt’in malıydı: iki adet Cézanne, bir van Gogh, bir Renoir ve üç adet Manet. Bu tablolar satılırsa izlenimci ve post-izlenimci sanat eserlerine ilginin arttığı kanıtlanmış olacaktı. Ama o akşam aynı zamanda, akıllıca yapılan bir satışla bütün bir endüstrinin yönünü değiştirip nasıl uçuşa geçebildiği üzerine bir örnek de oluşturdu.
Sotheby’s’in yeni yönetim kurulu başkanı, eski bir M15 ajanı ve iflah olmaz bir girişimci olan Peter Cecil Wilson’dı. Wilson daha önce, tahtından indirilmiş Mısır kralı Faruk’u, koleksiyonundaki eserleri Londra’daki bu müzayede salonu aracılığıyla satmaya ikna etmişti. Wilson’ın yönetimi sırasında, Kraliçe Elizabeth bile ilk defa Sotheby’s showroom’una gelip, müzayedeye çıkarılmadan önce birkaç izlenimci resmi incelemişti.
Wilson 1958’deki Goldschmidt satışını müzayedelere yeni bir ışıltı getirmek ve itibarlarını arttırmak için bir fırsat olarak gördü. Sotheby’s tarihinde ilk kez her eserin yer aldığı renkli bir katalog bastırdı ve bu hızla bir gelenek haline geldi. Kalabalık salona sığamayacağı zamanlarda kullanmak üzere kapalı devre televizyonlar yerleştirildi. Öncü ve ilham verici nitelikte bir kararla –18. yüzyıldan beri ilk kez– müzayedeleri akşam yapmaya başlayarak siyah kravat ve kadınlarda da tuvalet şartı koydular.
Harikulade bir görüntüydü, çünkü sosyetenin kaymak tabakasının, müzayedeleri gerekli bir kötü alışkanlık olarak görmelerinin üzerinden çok geçmemişti. Sanat eseri satışlarının büyük bir bölümü meraklı gözlerden uzakta, özel satıcılarla gerçekleşiyordu. Bu sanat tacirleri eski para geleneğine uygun bir şekilde, böyle kişilerin koleksiyonlarını kendileri gibi centilmenlere satacaklarına ve onlardan alacaklarına dair güveni sağlıyorlardı. Amerika’da müzayedecilik hâlâ, kölelerin ineklerle aynı podyumda, açık arttırmayla satıldığı zamanlardan kalan çağrışımlar yüzünden zarar görüyordu. Atlas Okyanusu’nun her iki yakasında müzayedeciler, aktörler gibi para için her şeyi yapabilecek kadar sınıfdışı, ahlaken şaibeli ve çoğu kez hovarda kişiler olarak görülüyordu.
Belki de bu yüzden, o gece aktör Kirk Douglas ile Sir Winston Chur-chill’in karısını, yıldız balerin Margot Fonteyn’i, yazar Somerset Maugham’ı aynı salonda görmek şok yarattı. Podyumun üzerinde Wilson misafirleri karşıladı ve onları satışlar sırasında yönlendirdi. İlk beş satış sırasında salona neşeli ama sıradan bir atmosfer hâkimdi. Derken altıncı resim, Paul Cézanne’ın Le garçon au gilet rouge’u getirildi. Her biri, adları açıklanmayan birer koleksiyoncuyu temsil eden iki New Yorklu sanat taciri birbirlerini kamçılar gibi fiyatları arttırdıkça, kalabalık gözlerine ve kulaklarına inanmaz bir şekilde, sessizce oturdukları yerden izledi. Fiyat 220 bin sterline (610 bin dolar) çıktığında, alıcılardan biri hayal kırıklığı içinde bayrağını indirdi ve şaşkın kalabalık heyecan içinde, durmaksızın alkışlamaya başladı. O sırada fark etmemiş olabilirler, ama bu fiyat şimdiye kadar bir müzayedede kırılan rekorun beş katıydı.