YKY - Yapı Kredi Yayınları
Sepet Ürün bulunmaktadır.
Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler

Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler

Yazar:

Kategori: Edebiyat, Öykü

Çeviren:

ISBN: 978-975-08-0846-0

Tekrar Baskı: 12. Baskı / 09.2024

YKY'de İlk Baskı Tarihi: 09.2004

400.00 TL ve üzeri alışverişlerinizde kargo ücretsiz.

YKY İnternet Satış Fiyatı
150.00 TL    Etiket Fiyatı : 200.00 TL
-+

Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.

Genel BilgilerTadımlık
Orijinal Adı: Marcovaldo ovvero Le stagioni in città
Sayfa Sayısı: 120
Boyut: 13.5 x 21 cm
Tekrar Baskı: 12. Baskı / 09.2024

Calvino’nun diğer kitaplarında olduğu gibi gözlem gücünün ağır bastığı bu kitabın başkahramanı hüzünlü bir kişi olan Marcovaldo. Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler, her biri bir mevsime adanmış yirmi öyküden oluşuyor. Yani beş kez yinelenen mevsimsel döngü, bir türlü özlemini duyduğu dünyaya kavuşamayan kahramanımızı gelen her yeni mevsimle tekrar tekrar umutlandırıyor.

Bahar
I

Mantarlar Kentte

Uzaklardan kente gelen rüzgâr, yalnızca başka toprakların çiçek tozlarının aksırttığı saman nezleliler gibi az sayıda duyarlı kişinin fark ettiği, alışılmadık armağanlar getirdi.
Bir gün, kentin anacaddelerinden birinin çimen tarhına, rüzgâr kimbilir nereden, çiçek tohumları savurunca mantarlar filizlendi. Her sabah oradan tramvaya binen kol emekçisi Marcovaldo dışında, kimse fark etmedi mantarları.
Bu Marcovaldo’nun gözleri kent yaşamına az yatkındı; ilanlar, trafik ışıkları, vitrinler, ışıklı tabelalar, yazılar, dikkat çekmek için tasarlanmış olsalar da, sanki bir çölün kumlarını tarayan gözlerine hiç takılmazlardı. Buna karşılık, bir dalda sararan yaprak, bir kiremitten sarkan kuş tüyü gözünden hiç kaçmazdı; bir atın sırtındaki sineği, bir masada böceklerin açtığı deliği, bir kaldırımda ezilmiş incir kabuğunu görmediği; mevsim değişikliklerini, içindeki özlemleri, yaşamındaki yoksunlukları duyumsadığında kafa yormadığı olmazdı hiç.
Bir sabah, kendisini hamallık yaptığı Sbav firmasına götüren tramvayı beklerken, durağın yakınında, caddedeki sıra ağaçları izleyen taş döşenmiş, kıraç toprakta alışılmadık bir şey dikkatini çekti; kimi ağaçların eteğinde sanki kabartılar oluşmuştu, yer yer açılıyor, yuvarlak yeraltı cisimlerinin yüzeye çıkmalarına olanak sağlıyorlardı.
Ayakkabısını bağlamak için eğilip daha iyi baktı: mantardı, gerçek mantardı, kentin tam orta yerinde bitiyorlardı! Çevresini saran karanlık, kalleş dünya birden gizli zenginliklerini sunuyormuş, yaşamdan hâlâ, toplusözleşmenin saat ücreti, ek ücret, çocuk yardımı, pahalılık yardımı dışında da bir şey beklenebilirmiş gibi geldi Marcovaldo’ya.
İşinde her zamankinden daha dalgındı; o, paketleri, sandıkları taşırken, toprağın derinliğinde, yalnızca kendisinin bildiği sessiz, ağır mantarların gözenekli etlerini olgunlaştırdıklarını, yeraltı özsularını emdiklerini, toprağı çatlattıklarını düşünüyordu. “Bir gece yağmur yağsın yeter, toplanacak hale gelirler,” diyordu kendi kendine. Yaptığı keşfi karısıyla, altı çocuğuyla paylaşabilmek için sabırsızlanıyordu.
“Bakın ne diyeceğim size!” dedi, yoksul akşam sofrasında. “Haftaya mantar ziyafeti var! Mantar kızartacağız. Söz!”
Mantarın ne olduğunu bilmeyen en küçük çocuklarına da coşkuyla çeşitli mantar türlerinin güzelliklerini, tatlarının lezzetini, nasıl pişirilmeleri gerektiğini anlattı; o zamana kadar, kuşkucu, dalgın görünen karısı Domitilla’nın da tartışmaya katılmasını sağladı.
“Peki, nerede bu mantarlar?” diye sordular çocuklar. “Çıktıkları yeri söylesene!”
Bu soru üzerine bir kuşku Marcovaldo’nun hevesini kırdı; “Nerede olduğunu söylersem, arkadaşlarını toplayıp mantar peşine düşerler, bütün mahalle duyar, mantarlar da başkalarının tencerelerini boylar!” Yüreğini hemen evrensel bir sevgiyle doldurmuş olan bu keşif, şimdi mülkiyet hırsı uyandırıyor, kıskançlık, güvensizlik çemberiyle sarıyordu onu.
“Mantarların yerini ben biliyorum, bir ben,” dedi çocuklarına, “kimseye söz etmeyeceksiniz bundan.”
Ertesi sabah tramvay durağına yaklaşırken Marcovaldo huzursuzdu. Çimenlere eğildi, çok olmasa da biraz büyümüş, hemen tümü hâlâ toprak altındaki mantarları görerek rahatladı.
Arkasında birinin olduğunu fark ettiğinde, böyle eğilmişti. Hemen doğruldu, ilgisiz bir havaya girmeye çalıştı. Bir çöpçü, süpürgesine dayanmış ona bakıyordu.
Görev bölgesinde mantarların bulunduğu bu çöpçü, gözlüklü, sırık gibi bir delikanlıydı. Adı Amadigi idi, belki de doğanın her izini bir süpürge vuruşuyla yok etmek için asfaltı sürekli tarayan gözlükleri nedeniyle, kaç zamandır Marcovaldo’nun sinirine dokunuyordu.
Günlerden cumartesiydi; Marcovaldo, yarım tatil gününü, bekçiyle mantarları uzaktan gözetleyerek, mantarların büyümesi için ne kadar zaman gerektiğini hesaplayarak, dalgın dalgın çimenlerin çevresinde dolaşarak geçirdi.
Gece yağmur yağdı; aylarca süren kuraklığın ardından düşen ilk yağmur damlalarına uyanarak sevinçle fırlayan köylüler gibi koca kentte bir tek Marcovaldo kalkıp yatağına oturdu, aile bireylerine seslendi: “Yağmur, yağmur yağıyor,” sonra dışarıdan gelen ıslak, küflü, taze toz kokusunu içine çekti.
Gün ağarınca –günlerden pazardı– çocuklarla birlikte, ödünç aldığı bir sepetle çimenlerin oraya koştu. Mantarlar ayakları üzerinde dimdiktiler, topraktan çıkmış kafalarında hâlâ su damlacıkları vardı. “Yaşasın!” deyip, mantarları toplamaya koyuldular.
“Baba, şuradaki adama bak, ne çok topladı!” dedi Michelino. Babası başını kaldırınca, yanı başında ayakta, koltuğunun altında mantar dolu bir sepetle Amadigi’yi gördü.
“Siz de mi topluyorsunuz?” dedi çöpçü. “Yenilebilir mantar demek ki? Biraz topladım, ama pek güvenemiyordum... Caddenin ötesinde daha da irileri var... Gidip bizimkilere haber vereyim, toplayalım mı, toplamayalım mı diye tartışıyorlardı...” İri adımlar atarak uzaklaştı.
Marcovaldo bir şey diyemedi; daha iri mantarları atlamıştı, hiç beklenmeyen bu ürünü, elinin altından alıp götürüyorlardı. Bir an kızgınlıktan, öfkeden sanki taş kesti, sonra –kimi kez olduğu gibi– bu bireysel duygular durulup eliaçık bir coşkuya dönüştüler. O saatte birçok kişi tramvay bekliyordu; hava nemli, kararsız olduğu için kollarına şemsiyeler asılıydı.
“Akşama mantar kızartması yapmak isteyen var mı?” diye bağırdı Marcovaldo, durakta bekleyenlere. “Burada, sokakta mantar bitti! Gelin benimle! Herkese yeter!” Arkasında insandan bir kuyrukla, Amadigi’nin peşine düştü!
Hâlâ herkese yetecek mantar vardı, sepetleri olmadığı için, şemsiyelerini açıp içine mantar doldurdular. İçlerinden biri: “Hep birlikte yesek ne güzel olur!” dedi, ama herkes mantarını alıp kendi evine gitti.
Ama çok geçmeden, hatta aynı gece, hepsini zehirlenmekten kurtaran mide yıkanmasının ardından, hastanenin aynı koğuşunda buluştular; her birinin yediği mantar sayısı az olduğu için zehirlenme ağır değildi.
Marcovaldo ile Amadigi’nin yatakları bitişikti, birbirlerine öfkeyle bakıyorlardı.



Benzer Kitaplar